Cuma, Ocak 22

Mustafa V. KOÇ

...



Herkes bir şeyler söylüyor, yazıyor.
Tanıyan, tanımayan..
Seven, sevmeyen..
İyi ya da kötü..

***

Bir insan göçüp gittikten sonra ardından söylenenlerin pek önemi yoktur da..
Bazıları için bu kural geçerli olmuyor işte.

***

Ama eğer sen de;
Topluma mal olduysan, önder, lider, rol model olduysan,
İnsanlar senden beklentiye girecek kadar göz önünde olduysan,
Ülke ekonomisine yön verdiysen,
Sahibi olduğun kurumu iyi yönettiysen,
İstihdam sağlamış, yüzbinlerce insanın karnının tok olmasını sağladıysan,
Çalışanlarınla beraber büyüdüysen,
İhtiyacı olana destek olduysan,
Eğitime katkı sağladıysan,
Yaptığın her işi hakkını vererek yaptıysan,
İyi bir baba, iyi bir evlat, iyi bir , iyi bir ağabey, iyi bir dost, iyi bir işveren olduysan,
Sahip olduğun tüm imkanlara rağmen mütevazi, ağırbaşlı, duyarlı, yardımsever olduysan,
Toplumsal bir harekette ülke vicdanının sembolü olduysan,
Ülke sorunlarına hassasiyetle eğilmiş, bir işadamı ve vatandaş olarak üzerine düşeni yaptıysan,

Sen de Mustafa V. Koç gibi büyük bir üzüntüyle uğurlanırsın bu dünyadan.

Işıklarda uyu güzel insan...



Çarşamba, Ocak 20

VAROLANLAR BANA YETER







Minimal olacaksın...


Geçenlerde Nil Karaibrahimgil bir yazısında "Charlotte Kuralı" nı anlatmış. Böyle bir kural olduğundan Nil'in yazısını okuyunca haberdar oldum. Aslında bu benim 3-4 senedir kendi hayatımda uygulamaya çalıştığım ve kısmen başarılı olduğuma inandığım bir yaşam 
şekli.  Konunun özü; az ile, ihtiyacın olan kadarla yaşamak.  

İhtiyacın olandan fazlasını başkalarıyla paylaşmak, ihtiyacın olmayan eşyaları ihtiyacı olanlara dağıtarak minimalist bir yaşam şeklini tercih etmek. İhtiyacı olanların mutluluğuna katkıda bulunmak, fazlalıklardan kurtulmak, hafiflemek, nefes alacak yer açmak, dans edecek alan yaratmak...
O kadar iyi geliyor ki insana, eskilerden kurtulmak, ölmüş, misyonunu tamamlamış eşyaların  yaydığı negatif elektrikten kurtulmak. 

Eskiden eşyalarıma çok bağlıydım, onlardan vazgeçemezdim. Herşeyin anlamı, bir hatırası vardı. Orada durmalıydı. 

Sonra bir gün 9 yıl oturduğum evden taşınırken farkettim ki; evin orasına burasına sıkıştırdığım ve orada olduğunu unuttuğum, dolayısıyla ne hatırasının ne de bende bıraktığı izin bir anlamı olmadığını fark ettiğim bir dolu fazla eşyam var. Bardak altlığından tutun, çalışma masası ve kitaplığa kadar. Bu kadar çok eşya, bana gerek değil ama bir yerlerde birilerinin çok önemli ihtiyaçlarını, geçici süreyle de olsa, karşılayabilirdi. 

Herşeyi derledim toparladım, hatta istifledim. Aileye verilecekler, komşulara yararlar, tanıdıkların tanıdıkları ve hatta sokaktan geçen insanlar için bile ayrıştırdım. Bir de taşınırken nakliyeci dostlarımın "abla bunu ben alim mi?" diyenleri..

Böylece 3+1 155 metrekare ev, tastamam 50 metrekareye sığar hale geldi. Ama inanır mısınız hala fazlalıklar var, farkındayım!!! Ama ben de insanım biraz zamana ihtiyacım var. 
Herşeyden öyle kolay vazgeçilemiyor. 


Artık eşyalarımla çok fazla bağ kurmamaya çalışıyorum. (Kanepem hariç, onu çok seviyorum. Ondan başka herşeyden vazgeçebilirim) Böyle gitmeye hazır bir haldeyim. Her an her yere gidebilirim. Ölsem gam yemem modu bu olsa gerek. (kanepeyi de bu yüzden çok seviyorum zaten, orada uyurken ölebilirim)





Bir hafiflik hali, eve girince bir ferahlık, sadelik. mesela ben evde bir başımayken deli gibi dans ederim. Düşünsenize her an dans edecek koca bir alan var. Sehpayı koltuğu çekiştirmeye gerek yok. 

Ben sahip olduklarımın değerini bilerek yaşamayı öğrendim. Sahip olamadıklarım ya da olamayacaklarım için çaba sarfedip zamana karşı eğilip bükülmeye gerek yok. 



Var olanlar bana yeter.. 

Ailem var benim, dostlarım var. Sağlığım yerinde, iyi bir işim var, yakında emekli de olacağım. Daha ne isterim hayattan. Bunlar bana yetiyor fazlasına gerek yok, ihtiyaç da yok.
Bu benim yaşam formum artık. S A D E L İ K ...


Yani bir düşünürün dediği üzere "Zenginlik çok şeye sahip olmak değil, az şeye ihtiyaç duymaktır"


Kapanış sözü de Mina Urgan'dan gelsin "Ben sahip olduklarımın tadını çıkarmayı öğrendim hayatta. Sahip olamadıklarımın ve olamayacaklarımın acısına ise ayıracak zamanım yok. Hayat çok kısa." 



--------------------------
Charlotte kuralı
Boyu upuzun, bacakları upuzundur. Bir reklam ajansında, müşteri temsilcisi olarak çalışır. İyi para kazanır. Ailesi çok varlıklıdır hatta. Geçen yaz, Güney Fransa’daki malikánelerini, Brad Pitt-Angelina Jolie çiftine kiralamışlardı. Hatta, "Geldiğimizde evde, hizmetlilerden başka kimse olmasın" diye tembihlemelerine rağmen, Charlotte gidişini muzipçe geciktirmiş ve bu meşhur çiftle tanışmıştı. Bense Charlotte’u geçen hafta Paris’te tanıdım. Şu ana kadar, fütursuz bir roman girişi gibi gelişen bu bilgileri almanız, kuralı sorgulamamanız açısından önemli.
Paris’te, bir arkadaşım beni Charlotte’un evine davet etti. Bilirsiniz, insanlar birbirlerinin hayatını merak eder, fark etmeden ve ettirmeden incelerler. Hatta benim en sevdiğim şeylerden biri, sokakta, perdeleri sonuna kadar açık evlere ve orada yaşananlara şahit olmaktır. <ı>İnsanın içi, insanlığa ısınır. Dersin ki, "Oh... Üç aşağı beş yukarı aynı şeyler işte!" Ben de, böyle gözlerle incelemeye başladım biraz önce tanıdığım bu güzel Fransız kızın hayatını. Herkesin evinden yola çıkıp, kendisine varmak mümkün.

Fakat bu evde bir tuhaflık vardı. Her şeyden çok az vardı bu evde. Gerektiği kadar. Mesela, bir şampuan bir sabun. Küvetin kenarında öyle yalnız başlarına... (Birbirleriyle uzun zamandır konuşmadıklarına eminim.) Minnacık bir dolap. İçinde birkaç elbise kazak. Altı yedi ayakkabı. İki dvd. Beş cd. Ipod. Dört bardak, birkaç tabak. Birkaç mum. En fazla on tane kitap. Hiç ruj yok! Çantasındaymış. Zaten lipstick o da... Hayatta bazen, birleştirdiğin kalıpların tamamen dışı bileşimler olur da, şaşakalırsın ya. Başa dönersin ya. Bir yerde bir hesaba, olmazsa olmaz diye eklediğin bir kalem birdenbire, tek bir örnekle, kendini siler ya. Öyle oldu bana. Gözlerindeki silik eyeliner dışında, süsü de yok bu kızın. Peki bu kız nasıl böyle kız oldu? Nasıl böyle sade kaldı? Kadın oldu? Dışarıda bu kadar az şeyle, içi çok oldu? Anlayamadım. Çözemedim. Ona zaten banyosunu gördükten sonra, "miss simplicity" adını takmıştım hemen. Bayan Sadelik. Beni şaşırtan şey, aynı zamanda modellik yapacak kadar güzel ve havalı, aynı zamanda varlıklı bir kızın bu hayat seçimi. Olağanüstü... Kendi hayatım, arı kovanı gibi başımda vızıldamaya başladı. Paris sokaklarında beni takip edip durdu bu arılar. Tek çöp bir şey alamadım. Hep sordum: buna gerçekten ihtiyacım var mı? Buna benzer, aynı işi gören bir şeyim var mı?... Koca koca alışveriş merkezleri, bizi kandırmak için birbirleriyle iddiaya girmiş ahtapotlar gibi gelmeye başladı. Kaçtım, kaçtım, saklandım. Sahip olduklarımın, yarısından fazlasına ihtiyacım yoktu. Hayatı ağırlaştıran şey, seçim çokluğu. Az şey kadar güzeli yok. Gereği yok. Sonumuz belli. Banyoda bütün ürünler, dopdolu şişelerle birbirlerini köpürtürken, hiç giymediğimiz kazaklar lüzumsuzca dizilmiş t-shirt'lere dolapta el şakası yaparken, hiç açılmamış kitaplar kendi kendilerine konuşurken... Biz orada olmayacağız. Üstelik onlar da, boşu boşuna bizden başka kimsenin olmamış olacak. 

Çarşamba, Ocak 13

İlk buluşma öncesi

İlk Buluşma Öncesi Eli Ayağı Birbirine Dolaşanların Anlayacağı 9 Durum


İlk buluşmalar hep en stresli, en zor olanı. Kıyafetlerden tut, parfümüne kadar en minicik detaylar bile über önemli. Çünkü ilk izlenim, “Çünkü tek seferde etkilemeliyim!” hırsı… Akılda kalıcı olmak adına yapmayacağımız şey yok hiçbirimizin, inkar etmeyelim şimdi. İşte bizde düşündük taşındık, bu ilk buluşma öncesi elleri terleyen, yemeden içmeden kesilen hatta bir gece öncesi gözüne uyku girmeyen insanlara bir el atalım dedik. Bunu okurken, “Yok yeaa ne heyecanlanayım abi gereksiz öyle şeyler.” coolluğuna girecekseniz, girmeyin hiç, yemiyoruz ;)) O el ayak bi’ titreyecek ki, bi’ aksiyon bi’ telaş olsun di mi ama?

1.   WhatsApp: 37467246 yeni bildirim

Mevzu derin tabii… Maksimum bir gece öncesi o telefon WhatsApp mesajlarıyla kitlenecek. Neden mi? Yakın arkadaşların hepsine “Yaaa çok heyecanlıyım, sizce yarın naapcaz acaba?” mesajı atılacak. Sonra ertesi günkü buluşmaya mı hazırlan yoksa yazılan 8237492 mesaja cevap yazmaya mı uğraş, onu da sana bırakıyoruz.

2.    “Giyecek hiçbir şeyim yok ki!” :):)

Şimdi bunu görünce aklımıza ilk gelen tabii ki kızlar; ama kabul edelim erkeklerde de buluşma öncesi ne giysem sendromu görülüyordur mutlaka. Tamam sizi de anlıyoruz, biz kızlar ne giydiğinizden çok bi’ gülüşünüze tav oluyoruz ama el insaf, az biraz özen, biraz zaman harcanmışlık, emek… O dolap kapaklarını açıp, “Giyecek bi’şeyim yok abi.” demenizi beklemiyoruz eyvallah, yine de yeni kombinler yeni uğraşlar. Biz kızları, hemcinslerimi canlarımı, bizi salın zaten. Sanki biz baktıkça bir şeyler değişecekmişçesine saatlerce o dolaba bakmasak olmaz tabii

3.   O gün günlerden ağlamaklı (?)

Nasıl bir ruh hali harmanlaması bu kardeşim? Hani çok içersin miden bulanır kussan rahatlarsın ama kusamazsın da o seni darlar ya, hah sizce de tam aynı his değil mi? Böyle heyecandan kusmak veya kusmamak, işte bütün mesele bu. Midede kelebekmiş falan filan, onlar hep hikaye. Olay heyecan, olay kusma hissi. Ha bir de bonusu var, ağlamakla karışık kusma hissi. Bingo!

4.   “Ehehehe aynen” ve “Hadi yaa” monologu

Herkesin en büyük kabusu. Buluşup da o masada tek kelime etmeden oturmak, sorulan iki üç soruya öylesine cevaplar verip gülümsemeye çalışmak falan filan. İşte tüm bu duruma düşmemek adına, bir gece öncesi stalk şart. Az biraz bakının sosyal medya hesaplarına. Bu kız/çocuk ne beğenir, ne dinler, ne izler… En azından bi’ yarım saat götürür o hava su muhabbetleri sizi. Bir de “Ne konuşucaz.” stresini bünye kaldırmaz, bizden söylemesi.

5.    Soğan sarımsak(BANNED)

“Kuralcılardanım, sınırları biliyorum.” diyip de kendinize limitler koyduysanız bilemeyiz tabii, ama ilk buluşmadan fazla yakınlaşma olur mu telaşçılarından (bknz:ben) biriyseniz dikkatte fayda var. Soğan olsun, sarımsak olsun yemeyelim, yedirmeyelim lütfen. Hadi bunun öpüşmesi olmayıversin ilkinden; ama şimdi sarılması var, merhaba demesi var, yan yana oturması var, var da var …. İlk buluşmanız son buluşma olmasın!

6.   Badanacı kızlarımız be like

Bu madde direkt bizimkilere yani hemcinslerime. Yapmayın, yaptırtmayın. “Hiçbi’ kusurum gözükmesin, aman şurda sivilcem var, burda bu lekem var” derken badanaya hiç girişmeyin. Girişiliyor biliyorum, neden mi? Mükemmelliyetçiyiz abi, sonuçta her şey harika olmalı düşüncesi var kafamızda. Ama ne demiş atalarımız: “Fazlası zarar her şeyin” … Çok makyaj, çok güzellik değil, dozunda makyaj, yerinde etki. Galeyana gelip de makyajı da aşırıya kaçırmamakta fayda var.

7.   Bugün kilo mu aldım ben?!

Hah her şeye pesimist bakmaya da başladık, tüm semptomlar tamam. Sanki hiç yemedin yemedin, bir gün önce yediğinle kilo aldın di mi canım, di mi? :):):) Yine de olmazsa olmaz. Eh bu da biraz kız tarafının çektiği çilenin türünden; ama kilo almışlık, güzelliğinden/yakışıklılığından bi’ şey kaybetmişlik sendromu diyoruz biz ona. Öz güven seviyesinde düşüş alert :):) Moraller bozuk yazma evresine geçiş :):):)

8.   Kafamda deli sorular

E bu artık en son aşama zaten. O yatağa yatılır, dönülür de dönülür bi’ türlü uyunamaz. Kafada deli sorular, derin düşünceler. Hayır düşün düşün nereye kadar, felsefe mi yapıyoruz, buluşmaya mı hazırlanıyoruz belli değil. Sonra efendim neymiş, sabah göz altı morlukları neymişmiş… Kapatıcıya abanmayın diye de dedik o kadar, uyuyun azcık valla bak. O kadar düşünmekle de değişmiyor zaten bi’ şey. Görünce elin ayağın dolaştı mı bitti gitti tüm planlananlar. O zaman napıyoruz? Az kafa yoruyoruz, uykumuzu alıyoruz.

9.   Sonuç olaraaak

İlk buluşmanızın tadını çıkartın. Çıkartın çünkü bir daha aynı heyecanla buluşamayacaksınız… İlkler hep başkadır derler ya, ikinci, üçüncü, altmışıncı da elbet kendine has dozda heyecanlı olur ama ilki gibi olmaz. O yüzdeeen, derin derin nefes alıp, tüm aşırılığı bir kenara bırakıyoruz!!!


Cumartesi, Ocak 9

Çocuk olmak bundan daha zor olamazdı

Çocuk yaşta, zorla evlendirilen küçük kızların dramı...

Bu bana ait bir yazı değil..
Bir derleme.. 
Çocuk yaşta evlendirilen kızların yaşadıklarına dair...


Kısa ve öz


Evliliğin ne olduğunu bile bilemeyecek yaştaki küçük kızları koca evinde bekleyen hayat insanlıktan uzak.


Genellikle başlık parası, borç karşılığı resmen satılan bu küçük kızlar, kumaları ve onların çocuklarıyla birlikte yaşıyor, tarlada ve ev işlerinde çalıştırılıyor ve biyolojik olarak çok erken yaşta anne oluyor. Birçoğu doğum sırasında ölüyor. Gördükleri şiddet ise cabası.


Dünyanın birçok yerinde en önemli sosyal ve kültürel problemlerden biri olan erken ve zorla evlilik...

Uluslararası Dünya Vizyonu Örgütü, geçtiğimiz yıllarda yoksul ülkelerde 18 yaşından küçük kız çocuklarını evlendirme oranının gittikçe arttığını belirterek, bu durumun yaratacağı risklere dikkati çekmişti.

Rapora göre gelecek 10 yıl içinde çocuk gelin sayısının ikiye katlanarak 100 milyonu bulabileceği ifade etmiş ve 100 milyon küçük kız, çocukluğunu yaşamadan koca koca adamlara eş olarak satılacağı belirtilmişti. 

İşte o küçük gelinlerin dramı...



Henüz 11 yaşında olan gelin Ghulam kendinden en az 40 yaş büyük olan kocası Muhammed'le düğünlerine gelen davetlileri selamlıyor. Küçük kız öğretmen olmayı hayal etmişti. Ama artık bir adamın üçüncü eşi.
ABD'li serbest fotoğrafçı Stephanie Sinclair tarafından çekilmiş olan fotoğrafta küçük çocuğun gözlerindeki acı ve dram tam olarak okunabilir. Afganistan'daki çocuk gelinlerin dramını gözler önüne seren fotoğraf "UNICEF 2007 Yılının Fotoğrafı" yarışmasında birinci oldu.


Aile ve yakınları, imam nikahı için toplanıp dua etti. Kızın babası, 32 yaşındaki Mahmud Haider, kızını bu genç yaşta evlendirmek istemediğini ama yoksulluk nedeniyle bunu yapmak zorunda kaldığını söyledi.



Ailesi tarafından 10 yaşında evlendirildikten sonra geleneklere karşı çıkıp kocasına boşanma davası açarak bütün dünyanın ilgisini çeken Yemenli Nujood Ali...



 
11 yaşındaki Ruşen Kasım 55 yaşındaki Said Mohammed. 2007'de evlendirilen küçük kız, kocasının ilk eşi, 4 oğulları, 2 kızları ile birlikte yaşıyor. Nikah günü çok utanmıştı. Ama ondan başka utanan olmadı.
Kocasının kızlarından bile küçük olan çocuk gelin Ruşen, okula sadece 2 yıl gidebilmişti. Şimdi tarlada ve evde çalıştırılıyor.



 
Majabin Mohammed 13 yaşında ve 6 aylık evli. 45 yaşındaki kocasının ilk eşi ve ilk çocuklarıyla birlikte aynı evde yaşıyor. Majabin'i babası, bir kumar borcu karşılığında vermiş. 

Afganistan'da kızlar aslında bazı yönlerden "değerli". Köle gibi tarlada ya da evde çalıştırılıyor, babalarının borçlarına karşılık ya da ailenin ihtiyaçlarını karşılamak için başlık parası karşılığında kocaya verilebiliyor. İşte Afganistan'da kız çocuklarının korkunç kaderi 21. Yüzyılda da böyle sürüp gidiyor.



Peki ülkemizde durum nedir?




Türkiye'de çocuk gelinlerin varlığı bir gerçek. Sabancı Vakfı ve Uçan Süpürge Kadın İletişim ve Araştırma Derneği'nin geçtiğimiz Mart ayında hayata geçirdiği projeyle çocuk gelinlere dikkat çekiyor. 


Çocuk Gelinler: Yıkıcı Gelenekler ve Ataerkil Sosyal Mirasın Mağdurları' projesi.


Proje kapsamında 54 ilde 20 bin kadına “çocuk gelinler” hakkında kısa filmler gösterilecek.
Yasal evlenme yaşının 18 olması için 54 bin kişiden imza toplanarak konu meclisin gündemine getirilecek.
270 kadın kuruluşunun gündemine erken evliliğin alınmasını sağlayacak. Türkiye’de “erken evlilik” haritası çıkartarak, ilgili kurumlara ve Bakanlıklara rapor halinde sunacak.




Peki oyun çağında evlendirilen çocuklar ne diyor? 



Çocuk gelinler, kabus dolu o günleri anlattı...



'16'sında oğlumu kucağıma aldım' 

- 15 yaşında evlendim. Korkunç bir şey. Tanımı yok. Büyük bir ailenin içine giriyorsun, nasıl davranacağını bilmiyorsun. Kız istendiği zaman derler ki "Yaşı küçük olsun eğitelim." Mesela ben erkeklerin önünde ayağa kalkıldığını bilmiyordum. Bilmediğim için ilk tokadımı yedim. 16 yaşımda oğlumu kucağıma aldım. 23 yaşındayım, eşim vefat etti. (T.-Diyarbakır)

'Fırına giderken çocuklar beni kovalarlardı.'

- 10 yaşında Gaziantep'e gelin gittim.  "Küçük gelin" diye bağırırlardı. Elimle çamaşır yıkardım. Kaynanam beni döverdi. Kaynım ben ekmek yaparken karnıma bıçak soktu. Sonra kapıyı üstüme kilitleyip çıktı. Kayınbabam ata bindirip hastaneye götürdü. Bana sorular sordular. "Nasıl oldu?" dediler. "Kış kabağı keserken oldu" dedim. 
Mahkemeye gönderdiler. Savcı ve hakim bana sordular, istekli mi evlendin yoksa zorla mı evlendin? İki kolumu mühürlediler. Diyarbakır heyetine gittik yaşımı büyütmek için, yoksa kocam hapse girecekti. Sonra eve döndük. Daha yaram iyileşmeden işe başladım. (Z.E.- Mersin)


'Balkondan oyun oynayanları izliyordum'

- 17 yaşında evlendim. Eşim askerdi. Dışarı gitmek zorundaydık. Kars'tan sonra İstanbul. 18 yaşında anne oldum. Genç kızlara bakar özenirdim. Bir gün eşim geldi, yemekten sonra televizyon izlemeye başladık. Sokakta mahallenin genç kızları toplanmış oyun oynuyorlar. Balkondan izliyorum.
Eşim oyun oynayanlara nasıl baktığımı görmüş, "Oynamak ister misin?" diye sordu. O kızıma baktı, ben oyun oynamaya gittim. Eşim her zaman çok destek oldu. Herkes benim kadar şanslı değil. (N.-Amasya)
'Fırına giderken çocuklar beni kovalardı' 

'12'sinde tanımadığım biriyle evlendirdiler'

- Babam beni 12 yaşında gelin etti. Kocam 20 yaşındaydı. Hiç görmemiştim onu. Beni götürdüler, "Bu kocan" dediler. Tanımam etmem. 20 sene onun yanında kaldım. Vay olmaz olaydı, acı çok. (D. Nevşehir)

'Babam sabah kalktı hadi kocana gidiyoruz dedi'

- Biz karar veremiyoruz, bizim dilimiz yok. Babamız ne derse o olacak. Sabah kalktı, hadi gidiyoruz. Nereye gidiyoruz? Kocana. Affedersin cinsel ilişkiyi bile bilmiyordum. (A.-Van)

'Herkes okula giderken beni gelin ettiler'

- 13 yaşında, herkes okula giderken ben de 30 yaşında bir adamla evlendirildim. Gittiğim kişiyi babam gibi gördüm. Hiçbir gün onun yanına yaklaşamıyordum. Gece olduğu zaman çok korkuyordum. Odasına bile giremiyordum. Her zaman baba gözüyle baktım ona. Hala da o psikolojimi üstümden atamıyorum. (A.-Van)

'Babamı değiştirmek isterdim' 

- Hayatımda değiştirmek istediğim tek bir şey var, o da babam. (Lise öğrencisi-Diyarbakır)

'Top oynarken, damat yaptılar' 

- 14 yaşında evlendim. Eşim 16 yaşındaydı. Dışarıda top oynarken, "Gel düğün yapıyoruz" dediler. (Edirne- Erkek, STK yöneticisi)

'Sınavı kazandığım gün evlendirilmiştim'

- 14 yaşındayken babam, kendi kardeşinin çocuğuyla beni nişanladı. Ameliyata giriyordu. "Ölür kalırsam kız size emanet" demiş. Onlar da geldiler istediler. 
Ama ben okumak istiyordum. Üniversite sınavlarına girdim, sınavı kazandığımı evlendiğim gün öğrendim. 17 yaşındaydım. (Ş.- Kırıkkale)


Taşrakızı der ki: "Bu konu şarkılara, kitaplara, makalelere ana fikir oldu. Sivil toplum kuruluşları, üniversiteler, akademisyenler araştırıyorlar, anlatıyorlar. Çok büyütmeye gerek yok aslında. DOĞRU tektik. Doğrudan şaşmayın"
















Cuma, Ocak 8

Mutfak Sırları

MUTFAK SIRLARI...


Yine bir söz verilmiş devam yazısı ile beraberiz.



Biliyorsunuz bir önceki paylaşımımda mutfakta harikalar yaratabileceğiniz bazı yönlendirmelerde bulunmuştum. Tavsiyelerim genel olarak yapılan hataları nasıl düzeltebileceğiniz üzerineydi. 
Hata varsa iş vardır. Deniyorsanız hata yaparsınız. Sonuçta hiç birimiz anamızın karnından Master Chef olarak doğmadık. Duayenler kendilerini deneyerek, deneyerek, deneyerek geliştirdiler.

Hata yaparsınız, bir daha yaparsınız ama sonunda mükemmele ulaşırsınız.
Önemli olan yaptığınız hatadan ders almaktır.
Ne demiş bir büyüğümüz hep aynı şeyi yapıp farklı sonuç beklemek deliliktir. Bu da bir deli işi işte. :)

Mutfakta doğru bilinen yanlışlar vardır. Biraz bunlardan bahsedeceğim.


Bu sefer daha pratik tavsiyelerim olacak.


  • Lahana pişirirken ortaya çıkan kötü kokuyu, pişme suyuna atacağınız elma kabuğu ile yok edebilirsiniz
  • Evde galeta unu yapmak için bayat ekmekleri robottan geçirip un gibi tüketebilirsiniz.
  • Ve yine bayatlamış ekmeklere tazelik kazandırmak için üzerine su serperek bir folyo kağıt içinde 5-10 dakika fırında ısıtmak yeterlidir
  • Süt mısır kıvamında mısır yemek istiyorsanız, mısırı haşlamadan önce tencereye bir adet kesme şeker atabilirsiniz
  • Limon suyuna ihtiyacınız olduğunda daha fazla limon suyu elde etmek için sıcak bir fırında 1 dakika kadar bekletebilirsiniz
  • Beşamel sosun lezzetine lezzet katmak için pişmesine yakın içine çok az miktarda adaçayı ekleyebilirsiniz
  • Yaptığınız pudingin üzerinin kabuk tutmasını istemiyorsanız tabaklara aldığınızda üzerine toz şeker serpebilirsiniz
  • Sıkacağınız portakaldan maksimum su almak istiyorsanız, portakalı sıkmadan önce buzlu suda kısa bir süreliğine bekletebilirsiniz
  • Yaptığınız kekin kabarması için fırına koymadan önce 20 dakika kadar dinlendirmeniz oldukça faydalı olacaktır
  • Haşlanmış yumurtaları rahatça dilimlemek için, yumurtaları kesmeden önce her seferinde bıçağınızı sıcak su ile ıslatın
  • Patateslerinizin filizlenmesini önlemek için, torba ya da kutusunun içine bir adet elma atabilirsiniz.
  • Çorba ya da yemeklerinizde kullanacağınız peyniri rahatça rendelemek için, rendelemeden önce yarım saat kadar buzlukta bekletebilirsiniz
  • Domatesin kabuklarını kolayca soymak için kaynar suya sokup bıçağın keskin olmayan tarafıyla hafif baskı uygulayın
  • Hamur açtığınız mutfak tezgahında, tezgaha yapışan hamurları temizlemek için üstüne tuz serpip nemli bir bezle silebilirsiniz
  • Makarnayı, suyunu süzüp sosla karıştırın, sosu içine çeksin, sakın soğuk sudan geçirmeyin
  • Sarımsak kullanacağın yemeklerde yağa ilk önce sarımsağı, sonra soğanı atın. Çünki sarımsak yüksek sıcaklıkta uzun süre kalamaz, yanar.
  • Haşlama yemeklerde et henüz pişmeden tuz attığında et sertleşir. Bu sebeple tuzu en son atın.

  • Salatada uzun süre kalan sos, salatanın pörsümesine neden olur. Sosunu servis etmeden hemen önce dökün.
  • Buzluktan çıkan eti direkt ocağa atmak, etin suyunu salmasına sebep olur bu da lezzet kaybı demektir.  Eti buzdolabında ya da soğuk suda çözdürdükten sonra pişirin.
  • Eti kısık ateşte mühürlemek lezzet kaybına sebep olur. Izgara tavanızın çok sıcak ve ateşin de açık olmasına özen gösterin ki lezzetli bir yemek olsun.
  • Kek yada kurabiyelerinizi önceden ısıtılmış fırının içine koyduğunuzda kalıplarının bozulmadığını göreceksiniz.
  • Kek yaparken yumurtaları çok çırpmak güzel bir kek yapmanıza engel olur. Yumurtaları şeker eriyene kadar çırpın.
  • Sebze yemeklerinde sebzeyi yıkadıktan sonra direkt tencereye atmayın, kuruladıktan sonra atın, aksi takdirde yemeğiniz sulanacaktır.
  • Sütlü tatlılarda şekeri diğer malzemelerden önce koymayın, şeker sütün protein yapısını bozduğu için pek faydalı bir gıda olmayacaktır.
  • Sakın ama sakın eti marine ettiğiniz sosu yemeğe eklemeyin. Sosta bakteri birikmeye başlamıştır, hemen dökün onu hemen...